9 Mart 2011 Çarşamba

     Aşkı beklemek, son yıllarda insanların tek yaptığı eylem. Niye bekler ki insan aşkı? Aşk aniden ortaya çıkan bir durum değil midir? Neden aranır ki? Arandığında daha mı güzel yaşanır? Zor elde edilen her “şey” daha tatlı olur derler ama şu zamanda insanlar zor elde edip çabuk bıkmayı başarabiliyorlar. O zaman ne anlamı kalıyor? Veya şöyle diyelim, buna neden aşk deniyor?
     Aşk’ ı şarap gibi görüyorlar. Aslında doğru da bir yerde, ama yanlış anlıyorlar. Hani şarabın iyisi zor bulunur ya, işte aşkın da iyisi zor bulunuyor. Ama onlar bulduktan sonra bir nefeste bitiriveriyorlar. Tadını doya doya çıkarmak yerine, ilk aldıkları yudumun tadı daha damaklarındayken diğer yudumu, bir diğerini içiyorlar. Kısa zaman sonra şişenin de dibini görmüş oluyorlar ve her şey o anda büyüsünü kaybediyor.
     Aslına bakarsanız şarap yavaş içildiğinde her yudumda farklı lezzet bırakır ağızda. Aşkta böyle olmalı bana kalsa. Eskidikçe yoğunlaşan, yıllandıkça tadı oturan şarap gibi olmalı aşk.
     “ Bu yüzden diyorum ki;
     Aşk, eskidikçe aşktır,
     Sevgi, eskidikçe sevgi ”…

3 Şubat 2011 Perşembe

İnsan...

Özlüyor insan. Biraz zaman geçiyor, unutuyor sanıyor ama her aklına gelişinde yüreği sızlıyor insanın… Sonra düşünüyor, böyle olmaması gerektiğini biliyor ama yine de yapacağı bir şey kalmıyor… Çarelerin tükendiği anda içinden bir parça kopup gidiyor. Sonra fark ediyor, anlıyor ki o kopup giden parça en can alıcı parçaymış. Artık acı hissetmiyor insan. Duygusuzlaşıyor hatta umursamazlaşıyor. Kendini kandırıyor aslında. Bir zaman geliyor bir anda o parçanın hala orda olduğunu görüyor. Anlıyor ki hiç bir zaman o hastalıklı parçadan kurtulamayacak ve kendini düzeltemeyecek. O zaman nasırlaşmaya başlıyor işte. Acı hissetmez oluyor. Hatta zamanında çektiği acıları başkasından bile çıkartabiliyor insan. İnsan nankör, insan bencil. Hep o olsun istiyor ama diğer insanlarda nankör, bencil. Kendine hâkim olan kurtuluyor acıdan, ya kendine hâkim olamayan o zayıf insan? O da acısına alışıyor zamanla ve yok olup gitmesine izin veriyor… İnsan doğası gereği unutur. Her şey akılda kalırsa acı çeker. Beyin zamanla kendini yeniler gelişir ve büyür… Öyle olmasaydı inanılmaz acılar ve üzüntüler her daim gözümüzün önünde olurdu. Bu daha da zorlaştırırdı hayatımızı. Şimdi diyorum ki; iyi ki unutuyoruz, iyi ki acımızın üstüne başka acı ekleniyor. Yoksa nasıl büyürdü bu ruh? Nasıl olgunlaşırdı bu düşünce? Ve en önemlisi nasıl affetmeyi öğrenirdik ???

1 Şubat 2011 Salı

Şizofren Bir Öykü !?

“Feriha Yalnız Değil” (mi?)
       Bir hayat anca bu kadar mükemmel olabilir. Harika bir kariyer, aşık bir koca, destek veren bir anne, ev, araba, hayatını kıskanan arkadaşlar vs…
       “Feriha yalnız değil” Çağatay Türk’ün en güzel öykülerinden biri olmaya hak kazandı gözümde. Psikolojik açıdan tatmin edici olan bu hikâyede sürprizler her bölümde sizi yakalıyor,  içine hapsedip merak uyandırıyor.
       Genel olarak bakıldığında basit bir yapısının olduğunu düşünebilirsiniz, ancak kendinizi kaptırdığınız an ipler kopuyor. Bir bakmışsınız “Feriha” siz olmuşsunuz.
       Güzel bir evliliğinizin olduğunu düşünüyorsunuz, o kadar mutlusunuz ki iş arkadaşlarınız dâhil etrafınızdaki herkes imrenerek sizi izliyor. İşinizde başarılısınız. Kariyeriniz muhteşem ilerliyor, patronunuz tarafından sürekli takdir ediliyorsunuz. Anneniz, kız kardeşiniz ve kocanızla dört dörtlük bir hayat. Kim kıskanmaz ki böylesini. Ama bir anda her şey alt üst olabilir. Gözden kaçırdıklarınız hayatınızı çekilmez hale getirebilir hatta hayatınızı kaybetmenize neden olabilir. Mükemmel olmaya kendinizi öyle bir kaptırmışsınız ki etrafınızda neler döndüğünü fark edemiyorsunuz bile.
       Ve bir gün acı gerçekle burun buruna geliyorsunuz. Sorular! Hani daha önce hiç kendinize sormaya gerek duymadığınız, belki de korktuğunuz ama belli etmediğiniz sorular beyninize hücum ediyor. Hayalleriniz bir bir yıkılıyor…
       Mutlu bir evliliğiniz var demiştim ya, unutun. Hiç kendinize sordunuz mu? “ Ben kocamı seviyorum ama o beni hala seviyor mu? ” veya “ ben mutluyum -evet- ama insanlar benimle mutlu mu? ”
        İşte beklenen final. Cevaplar çarpıyor suratınıza. Aslında o mutlu evliliğiniz kocanız için bir işkence halini almış. Artık dayanamamış ve çekip gitmiş.  Evet, terk ediliyorsunuz. Hem de hiç beklemediğiniz bit zamanda. İşten dönüyorsunuz ve bir bakıyorsunuz eşiniz sehpaya bir not bırakmış, çekmiş kapıyı çıkmış. Bitmiş her şey… O mutlu yuvanız artık sizin için koca bir sessizlikten ibaret. İnanamıyor, kabullenemiyorsunuz. Hiçbir olay yaşanmamış gibi davranıp hayatınıza devam ediyorsunuz. Hani çok güçlüsünüz ya başınıza ne gelirse gelsin aşarsınız ya. Bu olayı da öyle atlatmayı planlıyorsunuz ama işler istediğiniz gibi gitmiyor ve olan oluyor…
        Âşık olana “deli” derler ya inanmayın. Çünkü ikisinin arasında çok ince bir sınır vardır, o sınır öyle hassastır ki sizi bir anda alaşağı ediverir. Hani âşıkken ondan başkasını gözünüz görmez ya, deliyken o dâhil hiç kimse gözünüze görünmez. Kimse yoktur.
       Feriha’nın durumu burada kilitleniyor. Onun durumu biraz daha farklı. Tamam, o da kimseyi görmüyor ama duyuyor. Deliliğin son aşaması “şizofren” ! Olmayan bir kişinin, bir olayın olduğuna inanarak kendini kandırma durumu. Bağlanmak, hatta saplantı ve en sonunda kendini bırakmak. Kurtuluş çok zor. Hastalıklı bir beyin dış tepkilere tamamıyla kapatır kendini. Eğer iradesi güçlüyse kurtulur ama çocukluğundan kalma anılar tetikliyorsa işte o zaman işi zor demektir. Hayatı dâhil her şeyi bir anda yitirir.
     “Feriha Yalnız Değil” Her insanın başına gelebilecek olaylara değinen bir öykü olmuş. Anlatım bakımından zengin olması özelliklerinden biri. Çağatay’ın o güzel hayal gücü ayrıntılara hayat vermiş. Okurken her ayrıntı gözünüzde canlanabiliyor, hikaye bittiğinde ise kendinize sormadan edemiyorsunuz.”Ben olsam ne yapardım?” , “Feriha kadar güçlü müyüm?” , “bu güçlülük mü yoksa çaresizlik mi?”. Benim beynim hayalleri engelledi. Tıkandım kaldım. Sanırım yazarın da istediği buydu ve başarmış…
     Arkadaşımı tekrar tebrik ediyorum ve öykülerinin devam etmesini istiyorum. Tabi ki ilk bana okutursa daha memnun kalırım.
                                                                                           Begüm Oskay
01.02.2011
Pazartesi